Sivil toplumun karar alıcılarla olan iletişimi, politika süreçlerine dahil edilmesi ve sivil toplumun politika üretmeyle ilgili yaşadığı sorunları konuşmak için Adalet Sistemini İzleme Derneği olarak ‘Sivil Toplumun Politika Süreçlerine Katılımı’ başlığıyla 17 Eylül 2022 tarihinde Bornova Belediyesi Sivil Toplum Kuruluşları Yerleşkesi’nde gerçekleştirdik.
İki oturumdan oluşan çalışmamızın ilk oturumu “Sivil Toplum ve Politika İlişkisi” başlığında gerçekleşmiştir. Katılımcılara şu iki soru yöneltilmiştir:
● Sivil toplum olarak yeterince politika üretebiliyor muyuz?
● Mevcut yasal düzenlemelerin kapsamı sivil toplumun etkinliği için yeterli mi?
İlk soruya bir STK temsilcisi sivil toplumun atıl kaldığını söyleyerek, “çuvaldızı kendimize batırmalıyız, neden eksik kalıyoruz diye sormamız gerek” şeklinde yanıtladı.
Bir başka STK temsilcisi, bazı çalışmalar yürüttüklerini ancak teknik imkansızlıklar nedeniyle tamamlayamadıklarını vurguladılar. Bu noktada sivil toplumda profesyonelleşme konusu tartışıldı. Tartışma çoğunlukla profesyonel hizmetin dışardan alınmasının yararlı olacağı, STK içinde profesyonel çalışan olmasının ‘sivil’ ruhu kaybettireceği yönünde endişelerini aktardılar. Buna karşıt görüşte olan kişilerse kurumlarda gönüllülerin sabit bir şekilde ofiste bulunmasını bile mümkün kılamadıklarını, profesyonelleşmenin hem çalışmaların kalitesi hem de kurumsallaşma yönünden önemli olduğunu aktardılar. İlk görüşe sahip temsilcilerin STK’larının çoğunlukla geleneksel yöntem izlediği, yaşlı olarak sayılabilecek grupta bulunduklarını, ikinci görüşü savunanlarınsa derneklerinde üye veya gönüllülerini profesyonel şekilde istihdam ettiklerini, yaşlarının genç ve orta olarak sayılabilecek grupta olduğunu söylemekte yarar vardır.
İlk soruya STK temsilcilerinin çoğunlukla politika üretemiyoruz şeklinde yanıtladığını söylemekte yarar vardır. İki STK’nın somut icraatlarını göstererek kendi çalışmalarından memnun oldukları ancak geliştirmeye ihtiyaçları olduklarını vurguladıkları görüldü.
İlk soruyla ilgili açılan bir tartışma sonrası iki STK temsilcisi şiddetle demokrasiye ihtiyaç olduğunu, sivil alan olmadan yapılacak çalışmaların da hiçbir işe yaramayacağını vurguladılar ve “bu tartışmadan önce demokrasiyi konuşmalıyız” dediler.
İkinci soruya katılımcıların çoğunluğu yasal düzenlemelerin eksik olduğunu vurgularken, çoğunlukla sorunlar Dernekler Kanunu’nda bulundu. Kanunun hantal kaldığı, STK’lara yük olduğu, STK’ların üstesinden gelemediği vurgulandı. “Dernekler de Vakıflara benzer statüde olmalı” denildi. Derneklerin muhasebe, sabit ofis gibi külfetlere zorlandığı, STK temsilcilerinin ortaklaştığı sorunlardan bazıları. Devlet denetiminden ciddi şikayetçiler. Sıfırdan bir Dernekler Kanunu düzenlenmesi gereği vurgulandı.
Bu başlık altında kent konseylerinin durumu da tartışıldı. Özellikle bizim çok da göz önünde bulundurmadığımız bir nokta olan kent konseylerinin yasal durumları pek çok STK temsilcisi tarafından serzenişle ifade edildi. Kent konseylerinin belediyelerin arka bahçesi olduğu, başkan ve yönetim kurullarının çoğunlukla belediyenin tercih ettiği kişilerden oluştuğu, belediyelere yakın olmayan STK’ların buralardan dışlandığına işaret edildi. Kent konseylerinin gerçek bir halk meclisine dönmesi gerektiği çoğunluk tarafından ifade edildi.
İkinci Oturumun başlığı “Sivil Toplumun Politika Süreçlerine Dahiliyeti” idi ve katılımcılara şu üç soru soruldu:
● Sesimiz yeterince duyuluyor mu?
● Sivil toplum-karar alıcılar-siyaset ilişkisi ne durumda?
● Yasama süreçlerine katılımda ne durumdayız?
İlk soruya azımsanamayacak kadar görüşte temsilci sivil alanın daraldığını, özellikle 15 Temmuz 2016 sonrası ilan edilen OHAL, kapatılan dernekler ve ifade özgürlüğünde geriye düşülmesi vurgulandı. Azınlıkta kalan 3 temsilci umutsuz olunmaması gerektiğini, bardağın dolu tarafının görülmesi gerektiği ve bu ortam gibi ortamlarda neler yapılacağının konuşulması, işbirliğinin artmasının sorunların çözümünde etkili olacağını savundular. Buradaki tartışmalar sivil toplumun durumundan daha çok güncel politik konulara ilişkin oldu.
İkinci soruda STK temsilcilerinin özetle iki farklı görüş çerçevesinde toplandıkları gözlemlendi. İlk görüş sivil toplumun siyasetin arka bahçesi olarak algılandığı, bu algının sivil toplum kuruluşlarının tamamına zarar verdiği, itibar kaybı yaşattığı ve sivil toplum kuruluşlarının siyasi partilerle ilişki kursalar dahi bunun belirli bir düzeyde sınırlı kalması gerektiği yönündedir.
- Bu görüşe sahip bir STK temsilcisi, hiçbir parti veya kuruluştan destek almaksızın sesini Birleşmiş Milletler’de dahi duyurabildiğini belirterek bu başarısının etkenlerinden birisinin siyasi bir duruş sergilememesi olarak aktardı. Siyasi partilere veya siyasi görüşlere angaje olan kuruluşların, kendi çalışma alanlarında bile görüşlerine yakın sorunlarla ilgilendiğini, işbirliklerini de bu çerçevede yaptıklarını belirterek eleştirdi.
- Benzer görüşü taşıyan başka bir STK temsilcisi söz alarak; sivil toplum kuruluşlarının adlarının haklarını vererek ‘sivil’ vasıflarını kaybetmemesi gerektiğini vurguladı. Ancak çözüm alınacak yerin de siyaset olduğunu vurgulayarak STK’ların siyasi partilerle veya siyasilerle görüşmesinin de bir noktada gerekli olduğunu vurguladı. Ancak bu diyalogun olumsuz algılara meydan verecek şekilde gerçekleşmemesi, angaje olmak gibi bir anlam çıkmaması gerektiğini de aktardı.
- Aynı görüşe sahip birkaç temsilci de STK’ların tamamen sivil kalması gerektiği, toplumun zaten siyasetçilere karşı olumsuz algıları olduğunu, bunun STK’lara da tamamen yansımaması gerektiğini savundu. Temsilciler en azından insani yardım gibi konularda STK’ların siyasi ayrışmasının olmaması gerektiğini söyleyerek sitem ettiler.
- Buna karşıt görüşte olan temsilciler ise sivil toplum faaliyetlerinin zaten çoğunlukla karar alıcıları ve siyasileri ilgilendiren konuları kapsadığına işaret ederek çözüm için sesimizi duyurmak gerektiğine işaret ettiler.
- Bu noktada söz alan bir parti yetkilisi, siyaseti sivil toplumun beslemesinin önemini vurgulayarak, taleplerin tabandan oluşması gerektiğini, bu talebi oluşturacak aktörün de sivil toplum olduğunu vurguladı. Ayrıca STK’ların potansiyelinin parti politikalarını etkileyecek düzeyde olduğunu, pek çok yetkin STK’nın partilerin politikalarını etkileyecek bilgi ve araştırması olmasına rağmen siyasetten uzak durarak bu yönde rol almadıklarından sitem etti. STK temsilcilerinin çekindiğini söyleyen yetkili “sivil toplumla ilişki kuramıyoruz, çekiniyorlar” dedi.
Son soruya verilen cevaplarda kimisi yasama süreçlerine katılmakla ilgilenmediğini, kimisi ciddi yasal öneriler ürettiklerini bunları vekillere kurum olarak ilettiklerini, CİMER ve idari başvurularla aktarmaya çalıştıklarını aktardılar. Sonuç alamadıklarını ancak almayı umduklarını söylediler. Bir STK temsilcisi, son beş yılda, içeriği siyasi bir görüşle ilgili olmayan 60 farklı yasa değişikliği önerdiklerini, birini kanun teklifi olarak sundurabildiklerini aktardı.
Bu soruya başka bir katılımcı sadece siyasi partiler, belediye ya da TBMM’nin muhatap alınmaması gerektiği AB Konseyi ve BM mekanizmalarının da sonuç almak için etkili olacağını ve bu kurumlara politikaları ulaştırmanın daha kolay olduğunu söylediler.
Bir STK temsilcisi, yaşadıkları sorunlara düzenli olarak sosyal medya üzerinden dikkat çekmeye çalıştıklarını, yasama sürecinde kamuoyunun da bilgilendirilmesi ve etkilenmesi gerektiğini savundu.
Çalışmanın genelinde sivil toplum kuruluş temsilcilerinin aynı ilde bulunmalarına rağmen birbirlerini tanımadıkları ya da tanıyanların da düzenli olarak görüşmedikleri gözlemlendi. Ayrıca bu tarz toplantılara olan ihtiyacın, işbirliğinin öneminin vurgulandığı gözlemlendi.